OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUĞUN

OKB NEDİR?

Halk arasında takıntı hastalığı olarak da bilinen obsesif kompulsif bozukluk (OKB).Tekrar eden düşünceler ve buna bağlı olarak tekrarlanan hareketlerin yapıldığı tedavi edilebilir bir hastalıktır.

OBSESYON

Kişinin zihnine girmesine engel olamadığı, mantık dışı olduğunu bildiği halde zihninden uzaklaştıramadığı sürekli tekrar eden düşünce, fikir ve dürtülerdir. Bunlar kişide yoğun sıkıntı ve huzursuzluğa yani anksiyeteye neden olur.

KOMPULSİYON

Obsesyonların neden olduğu yoğun sıkıntı ve huzursuzluğu azaltmak ya da ortadan kaldırmak için yapılan yineleyici davranış ve zihinsel eylemlerdir.

OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUĞUN NEDENLERİ/ TETİKLEYİCİLERİ NELERDİR?

İlk derinlemesine çalışmayı Freud yapmıştır. Aslında obsesif kişilerin psikoseksüel gelişimde anal döneme tekabül eden olaylardan kaynaklandığını söylemiştir. Fakat nedeni tam olarak anlaşılamamıştır. Bu konu üzerinde yapılan araştırmalar biyolojik ve çevresel faktörlerin OKB ile ilişkili olabileceğini göstermiştir.

Genetik nedenler

OKB’li hastaların anne-babalarında ve diğer birinci derece akrabalarında OKB’nin sıklıkla görülmesi genetik olabileceğini göstermiştir.

Beyin işlevlerinde bozulma ve serotonin

Beyin üzerinde yapılan araştırmalarda beynin bazı bölgelerinde ve özellikle de beyin içindeki sinirsel iletimde önemli rolü olan serotonin maddesinin düzensizliği hastalığın gelişimini tetiklediği düşünülür.

Çocukluk çağı travmaları

Çocukluk döneminde yaşanan cinsel istismar, taciz, ebeveynin kaybedilmesi ve/veya aile içi şiddet gibi travmalara maruz kalan insanların ilerdeki yaşamlarında önemli bir stres yaşantısıyla karşılaşması ardından (tetikleyici) OKB’nin ortaya çıkabilmesi erken çocukluk dönemlerinin bu hastalığın gelişiminde önemli rol oynadığını göstermiştir.

OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK ÇEŞİTLERİ

Bulaşma obsesyonu ve temizlik kompulsiyonu

Kişinin bedenine ve eşyalarına kir, toz, mikrop, idrar gibi etkenlerin bulaşmasından kaynaklı oluşan düşünceler ve bu düşünceleri yok etmek için yaptığı davranışlardır.

Kuşku obsesyonu ve kontrol kompulsiyonu

Ocak, kapı, pencere, elektrikli aletlerin prizde takılı kaldığı yönündeki kuşkularından emin olmak için tekrar tekrar kontrol etmesi şeklinde ortaya çıkan belirtidir.

Elinde olmadan başkalarına zarar verecek derecede saldırgan davranışlar sergilemek

Simetri-düzen obsesyon ve kompulsiyonları

Hastalar eşyaların simetrisi konusunda bir takıntıya sahiptir.

Biriktirme / saklama kompulsiyonları

Halk arasında bilinen adı ile istifçilik, kişilerin değersiz, kullanılmayan ve sağlıksız bir ortam yaratan neredeyse her eşyayı saklamaları, biriktirmeleri veya atmamaları olarak tanımlanabilir.

Sayma kompulsiyonlar

Herhangi bir günlük aktiviteyi belirli bir sayıya kadar saymadan yaparsa işinin rast gitmeyeceğini düşünür.

Cinsel içerikli obsesyonlar

İstenmeyen düşüncelerdir. Kişide stres yaratır ve çok nadir cinsel arzu uyandırır. Kişi düşüncelerinden utanç duyar ve kendisinden iğrenir. Birçok OKB hastası cinsel takıntıları yüzünden kendilerini tacizci, günahkâr, sapık ve pedofili olarak görür.

Uğurlu uğursuz sayılar, batıl itikatlar, renkler gibi olgularda da obsesif kompülsif bozukluklar arasında yer almaktadır.

Kişinin kültürel değerlerinden farklı olan, kendine has bazı inanışları, davranışları, uğurlu ya da uğursuz saydığı sayı, gün ve renklerinin olması.

OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK ÇEŞİTLERİ

Bulaşma obsesyonu ve temizlik kompulsiyonu

Kişinin bedenine ve eşyalarına kir, toz, mikrop, idrar gibi etkenlerin bulaşmasından kaynaklı oluşan düşünceler ve bu düşünceleri yok etmek için yaptığı davranışlardır.

Kuşku obsesyonu ve kontrol kompulsiyonu

Ocak, kapı, pencere, elektrikli aletlerin prizde takılı kaldığı yönündeki kuşkularından emin olmak için tekrar tekrar kontrol etmesi şeklinde ortaya çıkan belirtidir.

Elinde olmadan başkalarına zarar verecek derecede saldırgan davranışlar sergilemek

Simetri-düzen obsesyon ve kompulsiyonları

Hastalar eşyaların simetrisi konusunda bir takıntıya sahiptir.

Biriktirme / saklama kompulsiyonları

Halk arasında bilinen adı ile istifçilik, kişilerin değersiz, kullanılmayan ve sağlıksız bir ortam yaratan neredeyse her eşyayı saklamaları, biriktirmeleri veya atmamaları olarak tanımlanabilir.

Sayma kompulsiyonlar

Herhangi bir günlük aktiviteyi belirli bir sayıya kadar saymadan yaparsa işinin rast gitmeyeceğini düşünür.

Cinsel içerikli obsesyonlar

İstenmeyen düşüncelerdir. Kişide stres yaratır ve çok nadir cinsel arzu uyandırır. Kişi düşüncelerinden utanç duyar ve kendisinden iğrenir. Birçok OKB hastası cinsel takıntıları yüzünden kendilerini tacizci, günahkâr, sapık ve pedofili olarak görür.

Uğurlu uğursuz sayılar, batıl itikatlar, renkler gibi olgularda da obsesif kompülsif bozukluklar arasında yer almaktadır.

Kişinin kültürel değerlerinden farklı olan, kendine has bazı inanışları, davranışları, uğurlu ya da uğursuz saydığı sayı, gün ve renklerinin olması.

HER TEKRAR EDİLEN DÜŞÜNCE VE DAVRANIŞLAR OKB Mİ SAYILIR?

Günlük hayatımızda birden fazla kez elimizi yıkamamız, güvenlik amacıyla kapıları, pencereleri kontrol etmemiz gereken durumlar olabilir. Bu gibi durumların bir kaç kez tekrar edilmesi elbette hastalık olarak sayılmamalıdır.

ANCAK

Bu yapılan davranışlar günlük işlevlerimizi etkileyecek, kısıtlayacak şekildeyse bir uzmandan yardım alınmalıdır.

Örneğin; Bir kişinin evden çıkarken kapıyı kitledim mi acaba diye kuşkuya düşüp kontrol etmek istemesi gayet olağan bir durumdur ancak kontrol ettikten sonra geri dönüp tekrar kontrol etmesi, bunu sürekli tekrarlaması, bunun üzerine fazla zaman harcaması hatta bunu çok kez tekrar ettiği için bir şeylere geç kalması hastalık olarak değerlendirilebilmelidir.

TEDAVİ

Bu rahatsızlığın tedavi edilmeden kendi kendine geçme olasılığı çok düşüktür. Takıntılı düşünce ve davranışlar hayat kalitesini olumsuz yönde etkiliyor ise vakit kaybetmeden bir uzmana başvurulmalıdır. Obsesif kompulsif bozukluğu ilaç tedavileri veya bilişsel davranışçı psikoterapi tedavi yöntemiyle düzelebilmektedir.

Erişkin gruplarda ilaç tedavisinin ve psikoterapinin birlikte uygulanması önerilir.

BİLİŞSEL TUZAKLAR (BİLİŞSEL ÇARPITMALAR)

Bilişsel tuzaklar, her ne kadar “çarpıtma” denilse de her insanda görülen, bilgi işleme sürecinde hız ve pratiklik kazandıran, normal zihinsel işleyişin bir parçası olan bilişsel işlemleme tipleridir. Bununla birlikte bazı ruhsal rahatsızlıklarda, kişilik bozukluklarında daha sık, sistematik ve uygunsuz sonuçlara yol açacak biçimde kullanılmaktadırlar. En sık rastlanan bilişsel tuzaklar şu şekildedir:

Keyfi çıkarsama (sonuca atlama): Herhangi bir kanıt olmaksızın veya tersine kanıtlar varken bile belli bir sonuca ulaşma, falcılık, kehanette bulunma.
Örnek: Müdürü görüşmeye çağırdığında “Kesin kötü bir şey var, işimi beceremediğimi söylemek için çağırıyor.”; müdürü olumlu sözler söylerse “Bana acıdığı için böyle söyledi.” gibi düşünceler.

Zihinsel filtre (seçici soyutlama): Resmin tamamını görmek yerine, tek bir olumsuz ayrıntıya takılıp kalmak.
Örnek: Bir tek dersten düşük not alan, diğer tüm derslerden yüksek notlar alan öğrencinin “Başarısız bir öğrenciyim” düşüncesiyle kendini kötü hissetmesi.

Aşırı genelleme: Çok az olumsuzluğu temel alarak, çok daha kapsamlı, genel bir kurala inanmak.
Örnek: Bir aldatılma olayı sonrasında “Hiç kimseye güven olmaz.”; işyerinde yoğun bir günde tek bir işi zamanında yetiştiremeyince “Hiçbir işi tamamlayamıyorum.” gibi düşünceler.

Felaketleştirme (büyütme) ve küçültme: Beceriksizlik, başkalarının başarıları gibi durumları abartırken (pireyi deve yapmak); iyi özelliklerini, başarılarını minimize etmek.
Örnek: “Yüksek notlar almam zeki olduğumu göstermez.”, “Herkes ne kadar mutlu, ben ise mutlu olmayı hiç beceremiyorum.” Falcılık yapma: “Hiçbir zaman düzelmeyeceğim.”

Olumluyu yok sayma (geçersiz kılma): Küçültmeye de benzer şekilde yapılan olumlu şeyleri önemsiz görme.
Örnek: “Projem kabul edildi ama bu yetenekli olduğum anlamına gelmez, sadece şanslıydım.”

Ya hep ya hiç düşüncesi (ikili düşünme): Her türlü deneyimi, yaşantıyı siyah/beyaz olarak görme, ya hep ya hiç.
Örnek: Bir performans mükemmel değilse “Tamamen başarısız” olduğuna inanma; yakın arkadaşı tarafından eleştirilince “Beni eleştiriyor, demek ki beni hiç sevmiyor.” düşüncesi.

Kişiselleştirme: Başlıca sorumlusu olmadığı olaylarda kendini olayın nedeni olarak görme. Örnek: Arkadaş grubu buluştuğunda gelmeyen biri varsa “Ben varım diye gelmedi”; çocuğu bir dersten düşük not aldığında “Ben kötü bir anne olduğum için böyle.”

-meli -malı düşünce tarzı (gereklilik-zorunluluk ifadeleri): Genellikle sadece tek bir doğru yol olduğu inancı hakim olup; kendisinin ve başkalarının nasıl davranması gerektiğine dair katı kurallar söz konusudur. Bu kurallara kendimiz uymayınca suçluluk; başkaları uymayınca ise öfke hissederiz.
Örnek: “Kendimden önce başkalarını düşünmeliyim.”, “İnsanlar hiçbir zaman haksızlık yapmamalılar.” “Kimseye karşı kıskançlık duymamalıyım.”.

Zihin (akıl) okuma: Sonuçlara atlamaya benzer şekilde; diğer insanların ne düşündüğünü bildiğimize ve bizim de ne düşündüğümüzü bilmeleri gerektiğine inanmaktır.
Örnek: “Bu konuda benim hiçbir şey bilmediğimi düşünüyordur şimdi.”, “Ben konuşurken esnedi, sıkıldı demek ki ben onu sıktım.”, “Ona bunu sormama hiç gerek yok, cevabı zaten biliyorum.”

Duygudan sonuca ulaşma (duygusal kararlar): Hissedilen olumsuz duyguların gerçeği yansıttığına inanmak, tersi kanıtları yok saymak, ihmal etmek.
Örnek: “Birkaç işi doğru yapmış olabilirim ama öyle hissediyorum ki aslında başarısız biriyim.”, “İçimde bir korku var, demek ki tehlikeli bir durum var.”

Etiketleme: Bir durumu, bir hatayı tarif etmek yerine, kendine veya başkalarına bir etiket koyma; tüm durumu bu nitelemeden hareketle değerlendirme.
Örnek: “Bu işi beceremedim” yerine “Beceriksizim”; “Bu konuda doğruyu söylemedi” yerine “Yalancının teki”; “Rahatsız edici bir davranışta bulundu.” yerine “lanet, iğrenç birisi.”

Beck, J.S. (2006) Bilişsel Davranışçı Terapi: Temelleri ve Ötesi, Ankara, Nobel Akademik Yayıncılık.

Burns, D. (2018) İyi Hissetmek- Yeni Duygudurum Tedavisi, İstanbul, Psikonet Yayınları.

Türkçapar, M. H. (2018) Bilişsel Davranışçı Terapi: Temel İlkeler ve Uygulama, İstanbul, Epsilon Yayınevi.

SELEKTİF MUTİZM (SEÇİCİ KONUŞMAZLIK) NEDİR?

Çocuğunuzun dil gelişiminde sorun olmadığı, evde sizlerle yaşına uygun bir şekilde konuştuğu halde eve gelen misafirlerle, karşılaştığı diğer kişilerle konuşmamasını, okulda öğretmeninin ya da arkadaşlarının hiç konuştuğunu duymamış olmasını utangaç, çekingen diye tanımlıyorsanız yanılıyor olabilirsiniz. Çocuğunuzun seçici konuşmazlık, yani selektif mutizm sorunu olabilir.
Selektif Mutizm (SM), çocuğun kendi seçtiği ortamlarda konuşması durumudur.
Seçici konuşmazlık selektif mutizm çocukluk çağından itibaren ortaya çıkar. Çocuğun konuşma becerisi olmasına rağmen kendini rahat hissetmediği yerlerde konuşmama ya da konuşamama durumudur. Aileler çocuklarının normalde evde konuştuklarını, ev içerisinde bir problem yaşamadıklarını ancak sosyal çevrede ya da okulda konuşmadıklarını ifade etmektedir. Bu durum seçici konuşmazlık ya da selektif mutizm olarak ifade edilir.

Seçici konuş(a)mazlık, genellikle 2-4 yaş arasında başlayan ancak okul çağına kadar fark edilemeyen bir rahatsızlıktır. Genellikle okul çağında fark edilmesinin sebebi zeka düzeyleri ve akademik başarıları normal seyirlerde olmasına rağmen derse katılmama, sınıf içerisinde okuma yapmada isteksizlik, söz almaktan kaçınma, göz teması kurmaktan çekinme ve içedönük davranışlar sergilemeleri nedeniyle öğretmenleri değerlendirme yaparken zorluk yaşayabilirler.

Selektif mutizimli çocuklarda aileleri içerisinde konuşmaktan çekinme, göz teması kurmaktan çekinme gibi davranışlar görülmezken aksine aile içerisinde çekingen, sinirli, söz dinlemeyen, kurallara uymayan, inatçı, fiziksel temastan kaçınan (sarılma, anne babanın kucağına oturmamak, vb.), temas halinde hırçınlaşabilen ve kendi isteklerini yaptıran çocuklar olarak tanımlanırlar. Çocuk okul çağına geldiğinde ise ortaya çıkan değişiklik aileleri şaşırtmaktadır.

Çocuk konuşmak istemediği zaman endişelenir. Ebeveyniyle birlikte bir yabancıyla karşılaştığında karşı taraf ona adını sorduğu zaman çocuk cevap vermek istemez, kaygılanır, annesinin arkasına gizlenir annesi de annesi de onu rahatlatmak için onun adına cevap verir böylelikle çocuk bu süreç devam ettikçe kendi konuşmadığında bir başkasının onun yerine konuşacağını öğrenir ve artık bu döngüyü kırmak gittikçe güçleşir.

Belirtileri

Bir çocukta seçici mutizmi düşünmemiz için birtakım kriterlerden söz etmemiz mümkündür. Aslında utangaçlık, toplum korkusu ve özellikle sosyal ortamlarda konuşmadan çekinme ana belirtilerdir. Bununla beraber;

– Çocuğun aile ortamı gibi küçük sosyal çevrede veya kendi belirlediği kişilerle normal olarak konuşuyorken bunun dışındaki yerlerde (örneğin okulda, oyun parkında vb.) ya da karşılaştığı farklı sosyal ortamlarda konuşmaması,

– Bu durumun çocuğun eğitim hayatını, okul başarısını ve sosyal ilişkilerini olumsuz etkilemesi,

– Konuşmamanın, bulunduğu sosyal ortamlarda kullanılan dili bilmemeye veya konuşma problemlerine (kekemelik vb.) bağlı olmaması,

– Konuşmamanın, iletişim bozukluğu ya da psikotik bir sürece bağlı olmaması ve bu durumun en az 1 ay boyunca devam ediyor olması kriterler arasında yer alır.

Tam nedeni bilinmemekle birlikte muhtemel bazı nedenler vardır.

Tedavi

Tedavi de en önemli şey çocuğun endişesini fark etmek ve onunla başa çıkabilmesini sağlamaktır. Bunu sağlamak için de öncelikle ailelerin ve öğretmenlerin bu durumu fark etmeleri ve çocuğa gerekli desteği sağlamaları gerekir. Çocuğa sağlayacağı desteğin çocuğun selektif mutizmini geçireceğini çünkü çocuğun endişesiyle baş etmeyi öğreneceğini baştan anlayan aile ve öğretmen onun davranışlarını destekleyebilir.

Çocuğun sosyal ortamlara girmesi için teşvik etmek ,
Başarılarını övmek
Yaptığı şeylerin güzelliğini ona aktarabilmek bu dönemde çok önemlidir

Selektif mutizmi bir kaygı bozukluğu olarak düşündüğümüz için tedavinin hedefleri de öncelikle kaygıyı azaltmak, özgüven ve benlik saygısını yükseltmek ve sosyal durumlarda rahatlamayı sağlamaya çalışmak olmalıdır. Tedavi aile terapisi, çocuğun davranışlarının iyi okunduğu bir oyun terapisi, bilişsel davranışçı yöntemler ve ek olarak ilaç tedavisinin (farmakoterapi) birlikte harmanlandığı bir süreci içermelidir. Bu konuda tecrübeli uzman bir terapist eşliğinde, aile ve okul işbirliği içinde çalışarak sorunun üstesinden gelmeye çalışılmalıdır. Mutizm sorununa sahip olan çocukların tedavi edilmedikleri takdirde yetişkinlik çağına kadar sosyal gelişimleri ciddi şekilde zarar görür. Ayrıca akademik olarak başarısız, özgüven problemleri olan, sosyal olarak izole ve içine kapanık, yetişkinlikte ise sosyal ve mesleki bakımdan yetersiz, kaygı bozukluğu veya depresyona yatkınlığı olan kişiler haline gelmeleri muhtemeldir.

Çocukların aile ve öğretmen tarafından desteklenmeleri gerekir. Davranışçı terapi, bilişsel davranışçı terapi, oyun terapisi, aile terapisi gibi çok modelli yaklaşımlarla ortadan kalkabilir.

*Okul bu konuda ailelere bilgilendirme sağlamalıdır. Çocuğun olduğu gibi kabul edilmesi ilk şart olmalıdır. *Konuşması için baskı yapılmamalıdır. Bu çocuğun daha fazla içine kapanmasına neden olabilir.

*Çocukla güven ilişkisi kurun. Böylece konuşmaya teşvik edersiniz.

*Okuldaki etkinliklere özellikle aileyi davet edin. Ayrıca özel günlerde zorlayıcı olmayacak şekilde çocuğa mutlaka bir rol verin.

*Çocuğun güçlü yanlarını görün ve destekleyin. Kendisini yeterli hissetmesi için destek verin.

*İletişim kurmak için bir yol belirleyin. Böylece size olan güveni artar.

*Kendinizi ve aileyi, çocuğun sözsüz iletişim olanaklarını (örneğin; evet-hayır için başını sallama, jest ve mimiklerle bazı işaretleri verme, sessizce aktivitelere katılma, grup halindeyken fısıldama gibi) kullanması ve/veya bunların oluşturmasına yardımcı olmada motive ediniz.

*Çocuğun varsa kardeşlerinin veya anne yada babasının imkanlar dahilinde okula gelmesi, küçük grup çalışmalarında ve benzeri etkinliklerde bulunması korkunun azalmasında önemli bir rol oynayabilir.

*Selektif mutistık çocuklar genelde evdeki ortamlarda konuşurlar. Bu yüzden ev ziyaretlerinin yapılması, oyun grupları kurma, arkadaşlarının ev ziyareti yapması için motive edilmesi gibi uygulamalar yapılabilir.

*Anne –babanın çocukla,onun utangaçlığını ve korkularını anladıklarını ve zamanında kendilerinin de buna benzer durumlar yaşadıklarını anlatan güven verici konuşmalar yapmaları ve destek olduklarını göstermeleri önemli bir adımdır.

*Haftasonları aileyle birlikte doğa aktivitelerine (park,yürüyüş,bisiklete binme v.s)katılmak, çocuğun gerginliğini alır ve kaygısını azaltabilir.

*Çocuk için evde mutlak bir sevgi ve güven ortamının yaratılması oldukça gereklidir.
*Çocuğu olduğu gibi kabul edin. Bu hem anaokulu ve okul hemde anne-babalar için geçerlidir.

Psikodinamik Psikoterapiler

Psikanalitik kuram, nesne ilişkileri kuramı, ego psikolojisi ve kendilik psikolojisi gibi kuramlardan kaynağını alan psikodinamik psikoterapilerde zihinsel ve duygusal süreçlerin kaynaklarına, dinamiklerine işaret eden bir çalışma ile semptomları azaltma ve yaşam kalitesini yükseltme hedeflenir. Duygular, düşünceler ve erken çocukluk dönemi deneyimleri gözden geçirilerek; kişinin güncel problemlerine dair içgörü kazanması hedeflenir.

Kişilerarası ilişkilerimizde tekrarlayan benzer deneyimleri tanımak ve dinamiklerini anlamak, sorunlarla baş etmede kullandığımız savunma mekanizmalarını görmek; bu tekrarlanan örüntüleri dönüştürme ve daha işlevsel savunmalar geliştirme adına önemlidir. Savunma mekanizmaları, en basit tanımıyla acı verici duygu, anı ve deneyimleri bilinçdışında tutmaya yarayan mekanizmalardır. Dinamik psikoterapilerde terapist ve danışan arasındaki terapötik ilişki merkezi konumdadır. Terapide aktarım, erken yaşam deneyimlerinin kişiyi bugün nasıl etkilediği konusunda aydınlatıcı olmaktadır.

Terapist, bilinçdışındaki duygu ve düşüncelerin açığa çıkmasını kolaylaştırmak adına danışanı duygu, arzu ve korkularına dair kısıtlama olmaksızın konuşabilmeye (serbest çağrışıma) teşvik eder. Seanslar özellikle uzun süreli terapilerde yapılandırılmamış olup; danışanın o seansta aklına gelen konudan bahsetmesi istenir; yani gündemi danışan belirler. Karmaşık ruhsal örüntülerimizin ve ruhsal sıkıntılarımızın kökenlerine gönderme yapan dinamik psikoterapilerde aynı zamanda “şimdi ve burada”ya da odaklanılır.

Dinamik psikoterapi süreci öncesi yapılan dinamik anamnez çalışması ile projektif test uygulamaları, danışanın kişilik özelliklerine ve yaşam öyküsüne dair gerekli bilgileri sağlamada yardımcı olmaktadır. Uzun süreli dinamik psikoterapilerin süresi değişken olmakla birlikte en az 2 yıl olup; kısa süreli dinamik psikoterapilerin genellikle 20-25 seans sürmesi planlanır. Uzun süreli terapilerde temel kişilik yapılanması üzerinde çalışılırken; kısa süreli terapilerde belli bir gündem ve problem üzerinden hedef belirlenir.

ANKSİYETE (KAYGI) NEDİR? ÇOCUK VE GENÇLERDE ANKSİYETE BELİRTİLERİ NELERDİR?

  Anksiyete veya endişe, canlılarca deneyimlenen kaygı, korku, gerilim, sıkıntı halidir. Nedeni belli olmayan tedirginlik hali olarak da açıklanabilir. Anksiyete bazı kuramcılara göre yaşanan iç çatışmaların sonucudur. Bazı kuramcılara göre öğrenilmiş davranışlardır (Oktay, 1991).Canlıların dış ortama uyum çabasında koruyucu bir tepkidir. Denetim dışına çıkıp kişinin işlevselliğini aksattığında anksiyete bozuklukları olarak incelenir. Psikiyatride bir grup hastalığın genel adıdır.

Anksiyete bozuklukluğu ise somatik  belirtilerin  de  eşlik  ettiği, normal  dışı,  nedensiz bir tedirginlik ve korku hali olarak tanımlanabilir.

Somatik  belirti  olarak  kast  edilen,  hiçbir  fizyolojik  neden olmamasına rağmen  kişinin ishal, baş ağrısı, karın ağrısı gibi şikayetlerinin olmasıdır. (Işık 2016)  Yaygın kaygı (anksiyete) bozukluğu, ayrılma kaygısı bozukluğu, panik bozukluk, toplumsal kaygı bozukluğu (sosyal fobi), özgül fobi, agarofobi, seçici konuşmamazlık (mutizm) genel olarak anksiyeteye bağlı bozukluklardır.

Çocuklarda anksiyete bozukluğunun belirtileri aşağıdaki gibidir:

  • Benlik algısında düşme,
  • Tırnak yeme , parmak emme
  • Tik/kekeleme
  • Sosyal izolasyon ya da sosyal işlevlerde yetersizlik
  • Akademik başarısızlık
  • Kolay yorulma, düşüncelerini odaklayamam ya da zihnin durmuş gibi olması
  • Uyku bozukluğu (uykuya dalmakta yada uykuyu sürdürmekte güçlük çekme yada huzursuz ve dinlendirmeyen bir uyku uyuma
  • Huzursuzluk, aşırı heyecan yada tasalanma, ağlama, sinir/öfke nöbetleri, irritabilite, çabuk kızma
  • Somatik belirtiler.(Işık 2016)

    KAYGININ NEDENLERİ

Çocuklukta kaygı anne-baba tutumları, aile yapısı, yaş, sosyo-ekonomik düzey, cinsiyet, kardeş sayısı gibi faktörlerden etkilenebilir. Kaygı düzeyi cinsiyete göre farklılık

göstermektedir.  Örneğin yapılan araştırmalara göre kızların kaygı düzeyleri erkeklerin kaygı düzeylerinden daha yüksek olduğu saptanmıştır. (Çiftçi  2013 )Yine anne-babanın çocuk yetiştirirken kaygısının yüksek oluşu çocuğun da kaygılı büyümesine neden olabilir ya da baskıcı ve otoriter bir tutumla büyüyen çocuk hata yapmaktan korkup kaygılanabilir.

Çocukluk ve ergenlik yılları boyunca gelişimsel özelliklerin de etkisiyle kaygıya kaynaklık edebilecek durumlar bulunmaktadır.Yaşa göre kaygının olası kaynakları aşağıdaki gibidir:

0-1 yaş

  • Ebeveynin yokluğu
  • Gürültülü ortamlar
  • Temel ihtiyaçlarının karşılanmaması veya anneye aşırı bağımlı hále getirilmesi
  • Aniden memeden kesilme veya anne memesinden yoksunluk

1-3 yaş

  • Bir yabancıyla karşılaşma
  • Bakımını sağlayan kişinin yokluğu

3-6 yaş

  • Karanlık
  • Hayvanlar ve hayali yaratıklar
  • Birden ortaya çıkan çevre değişiklikleri
  • 3-4 yaşındaki erkek çocuklarda iğdiş edilme
  • Kızlarda cinsel organının erkeklerden farklı olduğunun anlaşılması
  • Aileye yeni bir kardeş gelmesi

6-7 yaş

  • Yabancılar
  • Gürültü ve yüksek ses,gök gürültüsü
  • Kötü masal kahramanları
  • Aileden ayrılma
  • Gece yalnız kalma
  • Okula başlama ve okula gitme
  • Arkadaş edinememe ve arkadaşları tarafından istenmeme
  • Başarılı olamama (Şenkaya 2006)

  KAYGILI ÇOCUKLARIN ORTAK ÖZELLİKLERİ

Kaygılı çocuklar okul yaşamlarında ve sosyal hayatlarında bir çok zorlukla karşılaşabilirler. Bu da kendi potansiyellerini gerçekleştirmekle ilgili sorunlar yaratabilir. Kaygılı çocukların bazı ortak özellikleri aşağıdaki gibidir.

  • Diğer çocuklarla karşılaştırıldığında gerginlik veren durumlarda kendilerini rahatlatmakta güçlük çekerler.
  • Sosyal ortamlarda rahat hissedemezler.Sosyal ortamlardan kaçınmak isteyebilirler, sosyal çevrelerini algılamalarında ya da akran ilişkilerinde bozulmalar ortaya çıkabilir.
  • Kaygı bozukluğu yaşayan birçok çocuğun yaratıcılığı diğer çocuklara nazaran daha gelişmiş olmasına rağmen endişeyle başa çıkabilmek için yaratıcı planlar yapamazlar.
  • Yaratıcı plan yapabilmiş olsalar bile çabuk pes ederler çünkü kendi duygularıyla baş edemezler ve sonucu hemen görmek isterler.
  • Endişe duydukları durumlarda duygularını kontrol altına alıp bu hisleri aza indirgedikleri zaman bile kendilerini başarılı hissetmezler (Şenkaya, 2006)

 

   KAYGININ UZUN  SÜRELİ  ETKİLERİ

12-18 ay arası çocukların anneleriyle olan ilişkilerinde veya anne-baba arasında belirgin bir kaygı varsa bu çocuklar 6 yaşına geldiğinde diğer çocuklara nazaran sosyal ilişkilerinde kendilerine olan güvenleri azdır ve diğer insanlara güvenmekte de güçlük çekerler. Daha uzun süreçte kaygı bozuklukları tedavi edilmez ise kişinin sosyal işlevlerini ve yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyebilir

Örneğin ,çocukluk çağı sosyal fobisi tanı konulup tedavi edilmez ise önemli uzun süreli olumsuz etkileri olabilir. Sosyal fobi okul reddi, eğitimin erken sonlandırılması ve iş hayatına katılmama gibi sonuçlar görülebilir. Ergenlerde karşı cinsle olan arkadaşlıklarda önemli aksamalar meydana gelebilir.(Öztürk, Gökçe. 2014) Ya da panik bozukluğu olan bir

ergen uzun süreli tedavi edilmezse atak geçirmemek için kalabalık ortamlara girmekten kaçınabilir, performans kaygısı olan bir çocuk tüm akademik hayatı boyunca sınavlardan önce mide bulantıları, baş dönmeleri gibi psikosomatik yakınmalar yaşayabilir ve potansiyelini tam olarak ortaya koyamayabilir.Uzun süreçte tedavi edilmeyen anksiyete bozuklukları kişinin benlik saygısının giderek düşmesine,sosyal olarak içe çekilmesine ve sosyal işlevlerin bozulmasına sebep olabilir.

Uzm. Klinik Psk. Didar BULUT

Kaynaklar:

  1. Köse Çiğdem.(2015). Çocuk ve Ergenlerde Kaygı Bozuklukları web: http://cigdemkose.com/cocuk-ve-ergenlerde-kaygi-bozukluklari
  2.  Öztürk M, Gökçe S.  (2011)Çocuk ve Ergenlerde Anksiyete Bozuklukları. Erişkin Psikiyatrları için Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Psikiyatride Güncel Update in Psychiatry • Coşkun M, Ozturk M. Sexual Fetishism in
  3. Şenkaya D. (2006) “ Kaygılı Çocuklar” web: www.hurriyet.com.tr
  4. Işık N.(2016)”Çocuklarda Endişe” web: http://www.kemalsayar.com/KatagoriDetay-Cocuklarda-Endise-64.html
  1. Çiftçi Topaloğlu Z. 2013 4-5 yaş çocukların sosyal yetkinlik, saldırganlık, kaygı düzeyleri ile anne babaların ebeveyn öz yeterliği algısı arasındaki ilişkinin incelenmesi Yüksek lisans tezi Pamukkale üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü
  1. Oktay, A. (1991), Türkiye’de Okulöncesi Eğitimin Gelişimi, II. Ulusal Çocuk Kültürü Kongresi (Yayına Hazırlayan: Bekir ONUR), Ankara, s: 289-298

Neden Yeriz? Duygularla Yemek Arasındaki İlişki Nedir? Yeme Bozukluğu Ve Bozuk Yeme Davranışı Arasında Ne Fark Vardır?

Neden yeriz?

          (Fizyolojik Yaklaşım)

  • Açlık dürtüsü
  • Hayatın başlangıcından itibaren organizmanın biyolojik varlığını sürdürebilmesi için gereken en temel şeylerden biri gıdadır.
  • Gıda yoksunluğunda vücut sistemlerinin dengesi bozulur ( homeostasis) ve kişi açlık hisseder, gıda yoksunluğunu gidermeye yönelik davranışlar başlatır. Bu davranışlar dürtü hali ortadan kalkıp kişi tatmin oluncaya kadar devam eder.
  • Bazen dış uyaranlar da “yemek kokusu” bu dürtüyü harekete geçirir.

                     Psikolojik Yaklaşım

  • Duygu ve Yemek İlişkisi:
  • Normal Yeme: Sadece fiziksel açlık hissettiğinde yeme, doyunca durabilme, bedenin sinyallerine göre hareket etme.
  • Duygusal Yeme: İçindeki boşluğu doldurmak için yeme, sıkıntıdan, stresten yeme, öfkeden yeme vb..
  • Sağlıklı şekilde çözülemeyen sosyal ilişkilerle ilgili veya psikolojik sorunlar yemekle olan ilişkimizi etkileyebilir.
  • Yemek yeme davranışı fizyolojik , duygusal , çevresel ve kültürel birçok etkenden etkilenen karmaşık bir yapıdır. Bu yüzden duygusal yeme, bozuk yeme ve normal yeme davranışları karışabilir.
  • Birşeyleri kutlamak için yemek , komşudan gelen tabağı dolu göndermek, cenaze evlerine , düğünevlerine yemek dolu tencereler göndermek gibi çevresel faktörler de yemek yeme davranışını etkiler

         

 Duygular ve Yemek

  • Örneğin sabah kalktıkları andan itibaren öğlen ne yiyeceklerini düşünüp , tartışan bir ailede büyüyen çocuk için yemekle olan ilişkisi daha takıntılı olabilir
  • Duygularını ifade etmekte güçlük çeken bir ailede , birbiriyle yeterince iletişim kuramayan bir ailede , sıkıntı ve stresle başetmek için tatlı, pasta gibi şeyler yiyen bir ailede büyüyen çocuk da böyle davranmayı öğrenecek ve hayatının ilerleyen dönemlerinde stresle baş edemediğinde ya da kendini ifade edemediğini hissettiğinde yemek yiyerek rahatlayacaktır.

Duygular ve yemek
  Duygulardan korkmak

  • Duygularla yüzleşmek kimi zaman zor ve acı vericidir., bastırmak , ötelemek , reddetmek daha kolaydır.
  • Yemek yeme de kişinin hissetmek istemediği noktada ulaşabileceği en kolay kaçış yoludur.
  • Kişi şuan ne hissediyorum diye düşünmez. Bağırıp ağlamak, kontrolsüz ve çözümsüz olmakla yüzleşmek yerine yeme döngüsüne kapılırlar.
  • Masanın üzerine olabildiğince abur cuburu yığıp, ritmik hareketlerle elini sehpaya götürmek ya da 5 dk da bir buzdolabını kontrol etmek çoğu kişi için tanıdıktır.
  • Duygularla yüzleşmek kimi zaman zor ve acı vericidir., bastırmak , ötelemek , reddetmek daha kolaydır.
  • Yemek yeme de kişinin hissetmek istemediği noktada ulaşabileceği en kolay kaçış yoludur.
  • Kişi şuan ne hissediyorum diye düşünmez. Bağırıp ağlamak, kontrolsüz ve çözümsüz olmakla yüzleşmek yerine yeme döngüsüne kapılırlar.
  • Masanın üzerine olabildiğince abur cuburu yığıp, ritmik hareketlerle elini sehpaya götürmek ya da 5 dk da bir buzdolabını kontrol etmek çoğu kişi için tanıdıktır.

Yemek ve stres

  • Hayatlarının büyük kısmını kilolarına dikkat ederek geçiren bireyler stres altında yemek yemeye daha çok meyillidir.
  • O an ellerindeki işi bitirmek onları stres kaynağından uzaklaştıracaktır bu yüzden ne yediklerine ve ne kadar yediklerine dikkat etmeden yeme atakları geçirirler.
  • Kısa süre için rahatlatır. Stres kaynağını ortadan kaldırmaz ama düşünmeyi bir süre için engeller.
  • Stresli bir işle ilgilenirken (ödev yaparken, iş yetiştirirken, bilgisayar başındayken) yemek yemek sanki kişinin daha çok odaklanmasına yardım eder ve zamanı daha akışkan hale getirir.
  • Üniversite sınavına hazırlanırken öğrencilerin kilo almasının en büyük sebebi hareketsizliklerinden çok stresle yemek yeme davranışlarındandır.
  • Bunlar yanlış inançlardır. Yemek yeme insanın daha çok odaklanmasını sağlamaz aksine dikkatini dağıtır ve süre aynı süredir, zaman hızlı akmaz.

Bozuk Yeme ve Yeme Bozukluğu

        Herkesin kendine göre normal karşıladığı bir yemek düzeni vardır. Aile, kültür, ekonomik düzey, damak tadı ve sosyal çevreye göre yeme alışkanlığı şekillenir.

  • Canı sıkılınca yemek
  • Bir Pazar gidip gelip buzdolabına bakmak
  • Eşle kavga edince yemeden içmeden kesilmek ya da makarna ve böreğe saldırmak
  • Güzel bir haberi yemekle kutlamak,
  • Aç olmadığı halde sosyal ortama eşlik etmek için tıka basa yemek..

Gibi durumları göz önünde bulundurunca fizyolojik sinyalleri dinleyerek yemek yiyen kişi sayısının oldukça az olduğunu görmüş oluruz.Bir kişi diğerinin yeme davranışını anormal olarak algılayabilir. Yani herkesin bozuk bir yeme davranışı vardır.

Bozuk yeme ve yeme bozukluğu arasindaki fark nedir?

  • Yeme bozukluğu olan kişinin bedeni, duygusal ve sosyal hayatı yeme davranışındaki anormallikler tarafından zarar görür.
  • Günlük hayatı yeme biçimini değil, yeme biçimi günlük hayatını etkiler. ( Arkadaşlarıyla dışarı çıkmadan önce ne yiyeceklerine göre gidip gitmemeye karar vermek)
  • Yemek düşündüğü zaman kaygılanmak o kişinin yemekle ilgili bir problemi olduğuna işaret eder.
  • Kişinin kilosu, bedeni, kalori takıntıları duygu durumunu etkiliyorsa , arada bir bozuk yeme davranışı gösteren birine kıyasla bu kişi de yeme bozukluğu olduğu söylenebilir.

      Analitik bir bakışla yaklaşıldığında, kronik şekilde şişmanlık sorunu yaşayan ve diyet kısırdöngüsüne girmiş insanların birçoğunda ikincil ya da üçüncül kazançlar gözlemleyebiliriz.

  • Fazla kiloların kişiye bir tür koruma teşkil etmesi, diğer insanlarla temasa geçmesini engellemesi
  • Kilolardan dolayı dikkat çekmek ve aileden ilgi görmek
  • Olumsuz duyguları yemekle bastırmak
  • Hemcinslerle rekabete girmemek
  • Fazla kilolarla güçlü bir görünüm sergilemek
  • İlişkideki sorunların kilodan kaynaklandığını düşünerek gerçek sorunla yüzleşmemek
  • Zayıfladığında karşı cinsin kendisini bir cinsel nesne olarak görmesinden ya da eşini aldatacağından korkmak
  • Sevgi ihtiyacını yemekle gidermek

    gibi birçok avantaj kilo sorununun arkasında yatabilir.

 

Tedavi ve Terapi

  Verilen diyet programlarının yanında psikolojik destek ve terapi kişinin kilo vermesine yardımcı olan ve kalıcı hale getiren en önemli faktördür.Kişinin yeme davranışını değiştirirken yemek yeme alışkanlığının altında yatan psikolojik süreçleri tespit edip farkındalık geliştirmek kişinin hayatını büyük ölçüde değiştirecektir.

Uzm.Psk.Didar Bulut

 

 Kaynaklar:

  1. Yurtsever Z. ,”Korkma Ye”  , İnklap Yay. (2011)
  2. Dow M., “ Yemek Bağımlılığı (Diet Rehab) Remzi Kitapevi (2013)
  3. Bayraktar F. , “ Yemek Ya Da Yememek”
  4. Davison G., Neale J., “Anormal Psikolojisi” TPD Yay. , (2004)
  5. Arık İ, “ Motivasyon ve Heyecan’a Giriş”  (1996)